Ahmet Yeşil: “İlke ve Doğrularımla Eserlerimi Üretirim”
Ulusal ve Uluslararası pek çok başarısıyla sanat dünyasının önemli isimlerinden olan ressam Ahmet Yeşil ile Mersin’de geçen çocukluğundan başladığımız serüvenimiz 45. sanat yılına kadar uzandı ve kendisiyle ilham veren, okuyucunun ufkunu açacak derin bir sohbet gerçekleştirdik.
Kendi ilke ve doğrularından sapmadan resim hayatına devam eden sanatçı; özellikle imgenin doğurganlığı ve devinimsel hızından bahsederken eserlerinin tüm dünya görüşü, birikim ve deneyimlerinin bir dışavurumu olduğunu ifade ediyor. Öyle ki annesinin usta bir terzi olması, Yeşil’in sanatını ifade ediş biçimine keskin bir katkı yapmış.
Sanatçı, annesinin mesleğinden gelen o etkileşimi ise şöyle anlatıyor:
“Tasarım, çizim, düğmeler, ipler ve rengârenk kumaşların o dönem hayatımda nasıl da yer edindiğini bugün fark ediyorum. Benim annem bir terziydi cümlesinin altına yazılacak çok şey bulunur.”
– Sanat camiası ve sanatseverler tarafından yakından tanınıyorsunuz ancak sizi bir de sizden duymak isteriz.
1973-1985 yılları arasında Ressam Nuri Abaç, İlhan Çevik ve Ernur Tüzün atölyelerinde resim eğitimi aldım. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne başladım. Şimdi son sınıftayım.
Türkiye’de birçok özel koleksiyonun yanında Almanya, Amerika, Kanada, Hollanda, İngiltere, Çin, Tayvan, Hindistan, başta olmak üzere önemli yabancı koleksiyonlarda da eserlerim bulunuyor. Yurt dışında İngiltere Kraliyet Koleksiyonu, Kushimoto Türk Müzesi’nde; yurt içinde T.C. Cumhurbaşkanlığı Koleksiyonu, T.C. Kültür Bakanlığı Koleksiyonu, Eczacıbaşı Koleksiyonu, Akbank Koleksiyonu, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi gibi birçok müze ve kurum koleksiyonlarında eserlerim yer alıyor.
UNICEF Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği üyesiyim. Şimdiye kadar yurt içinde ve yurt dışında 132 kişisel sergi açtım. 321 karma ve yarışma sergisine katıldım. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 25 ödül aldım.
“O Resimden Sonra Bir Daha Disiplin Cezası Almadım”
– Resme olan tutkunuz nasıl başladı?
İlkokula başlamadan önce bir komşumuz vardı. İstanbul’dan gelmişti. Mersin’liydi. Ressamdı. Lemiz teyze, galeriye, sergiye giderken beni de yanına alırdı. Galeride, atölyelerde çalışırlardı. 6 yaşında falandım, atölyelerde heykellerin, boyaların arasında hoplayıp zıplardım. Sonra ilkokul yılları başladı. İlkokul öğretmenim biraz sertti. Onun o sertliği beni okuldan soğuttu. 4. sınıfa kadar her hafta sonu disiplin cezam vardı. Sonra beni ilkokulda sınıfta bıraktı. 4. sınıftayken bir resim yaptım ve o resim yüzünden çok kötü dayak yedim. Nü bir resimdi. Kadın ve çocuklar çıplaktı, yakalandım ve yaramazlığın yetmezmiş gibi bir de ‘terbiyesizliğin mi başladın?’ dedi ve kendimi müdüre hanımın odasının kapısında buldum. Okuldan atılmak üzere disipline giderken bir öğretmenim ne olduğunu sordu. Resmi görmek istedi ve ‘Bu resmi bu çocuk mu yaptı?’ dedi. Öğretmenime bir şeyler söyledi. Öğretmenim, kulağımı çekip sınıfa gitmemi, bundan sonra daha doğru resimler yapmamı söyledi. Disipline gitmekten kurtuldum, o öğretmenin söylediği her neyse disipline gitmemi engelledi. O gün resim dersi vardı. Bana bir konu verdi ve çizdim. Sonucu ise çok beğendi, resmi panoya astı. O resimden sonra ben disiplin cezası almaz oldum ve resim yapmaya başladım.
Resim sayesinde ilkokulu birincilikle bitirdim. Ortaokulda ise resim derslerimize müdürümüz giriyordu, ilk dersten itibaren yaptığım bir çizimden sonra resimlerimle ilgilendi. Okulun bahçesinden karşı görünümü çizmemizi istedi derste ve ben de karşıdaki portakal bahçesini resmini yaptım, çok beğendi. Resim konusunda derslerde daha çok yönlendirmeye başladı. Ben fen lisesine gitmek istiyordum ama resim öğretmenim güzel sanatlara gitmemi istiyordu. İdealim futbol ve tıp fakültesiydi ancak rahatsızlığımla beraber yaşamımda bir kırılma noktası oldu ve sonrası sanat eğitim sürecinin getirdiği bugünkü sanatımla bütünleşen bir yaşam biçimi oldu.
Dün bir yazı okudum mesela “İnsanın kaderi diye bir şey yoktur, kader dediğiniz şey bir kırılma noktasında karşınıza alternatif yollar çıkarır. Akıl ve sezgileriniz yönünüzü belirler. İşte ben de böyle bir yol ayrımından sonra sanatla bütünleşen, gelişen bir yaşam biçimiyle, sanat anlayışımla, kendi ilke ve doğrularımla üreterek, yola devam etmeyi seçtim.
“İlke ve Doğrularımla Tavizsiz Yaşayarak Motivasyon Kaynağımı Yaratıyorum”
– Sanatınızı icra ederken en büyük motivasyon kaynağınız nedir?
Çalışma disiplinim, sezgilerim, sürekliliği aksatmadan üretmek, sanatla kurduğum, yaratıcı üretimsel ilişkilerim…Doymak bilmeyen araştırma, görme, deneme, okuma, inceleme, müzik, ulusal-uluslararası tüm sanat disiplinlerini, olaylarını, etkinliklerini takip etme ve en önemlisi de on yedi bin kitap sanatsal dokümanım olan kütüphanem. İşte bunları ilke ve doğrularımla tavizsiz yaşayarak motivasyon kaynağımı yaratıyorum.
– Türk sanatına armağan ettiğiniz pek çok yenilik ve ilkler var. Resim tarihi açısından sanata kazandırdığınız değerlerden bahsedebilir misiniz?
Kendi adıma söz söylemem ne kadar doğru olur bilemem. Zamana yenik düşmeyen her sanatçı ürettiklerinin, yaratılarının, özgün kalıcı değerleri ile hak ettiği yerde yerini alır. Sanatımda inandığım doğru yolda ve ilkelerimle eserlerimi üretirim, gerisi sanat tarihine bırakılır. Kazandırdığım değer dersen; genç yetenekli sanatçı adaylarına açtığım kapıdan, zaman içinde sanatlarıyla kendilerine katacakları değerin geleceğini bilemem.
“Eserdeki Metafordan Ortaya Çıkan İmge, İzleyicinin Duygu Ve Düşüncelerine Dokunuyor”
– Elbette bir sanatçı için özgünlük, yaratıcılık ve biriciklik çok mühim. Eserlerinizi incelediğimde “Ahmet Yeşil” tarzı olarak tanımlayabileceğim oturmuş bir kimliği çok keskin bir biçimde hissedebiliyorum. Siz nasıl ifade edersiniz?
Halatın nesnel kimliği üzerinden sanatsal objeye dönüşen ipin/halatın ritmi yaşamın ritmiyle beraber yaratığı kosmos plastik bir dile dönüşürken sanatımda da özgün bir kimlikle kurgulanan eserin içinde yaratığı metaforun ritmi üzerinden imgenin izleyicinin duygu ve düşüncelerine dokunma hikayesi diyebiliriz. Tabii ki insanı farklı kılan da yaratığı ifade gücü olarak sanattır.
– Ortaya çıkan her bir eser, her bir tablo kuşkusuz hayatın bütününden izlerken taşırken, bilinçaltının da büyük oranda bir dışavurumu diyebiliriz. Sizin sanatınızın dilini, rengini, ifadesini hangi bilinçaltı öğeler yönlendiriyor?
Sanatçı sorduğu tüm soruların karşısında, yüzleşmeye başladığı andan sonra ortaya çıkan duygu ve düşüncelerinin yansıması olarak, yaşamın güncel ve yaşanmışlığı arasından ileriye doğru izlerin sosyal, toplumsal, özel tüm duygu ve düşüncelerin sanat diliyle yanıtını aramaya başlar. Yanıt, imgenin doğurganlığını izleyicinin kendi duygu ve düşüncelerinin karşılığı olarak kendine ait olanı çoğaltarak üretir. Bu duygu ve düşüncelerimin, deneyimlerimin ve birikimlerimin, dünya görüşümün dışavurumu, yansıması diyebilirim.
“Benim Annem Bir Terziydi Cümlesinin Altına Yazılacak Çok Şey Var”
– Sanırım bir keresinde annenizin terzi olduğundan bahsetmişsiniz ve oradan aldığınız ilhamla ip / halat simgelerini tablolarınızda sıklıkla kullanmaya başlamışsınız. Bu hikayeyi biraz açabilir misiniz?
Terziliğin kendisi zaten başlı başına bir sanat. O mesleği her kim yapsa bununla birlikte dünyaya başka bir felsefeyle bağlanması kaçınılmazdır. Kaldı ki benim annem bir terziydi. Tasarım, çizim, düğmeler, ipler ve rengârenk kumaşların o dönem hayatımda nasıl da yer edindiğini bugün fark ediyorum. Benim annem bir terziydi cümlesinin altına yazılacak çok şey bulunur. Model çizimlerinde ona yardımcı olurdum. Bu malzemeler, ilk bağlamlarından kopup, imge olarak resimlerimde yer edinmesine elbette şaşmıyorum. Anne usta bir terziydi ne de olsa.
– Kendinizden sonra gelen jenerasyonu kendi çalışmalarınızla etkilediğinizi düşünüyor musunuz, özellikle Mersin’de yetişen birçok sanatçıya hocalık yapmanız ve destek vermenizle sizden sonra gelenlere nasıl bir yol açtınız?
Elimizi genç yeteneklerden, desteklerimizi sanatçı adaylarının üzerlerinden çekmemiz elbette düşünülemez. Hal böyle olunca pek çok genç ressam, yaşam atölyemde yetişti, bir kısmıyla halen birlikte yol yürümekteyiz. Onlarla aramdaki ilişki kendi biçemim (Ahmet Yeşil) üzerinden değil, genel olarak resim söylemi üzerine kurulmuştur. Zaten doğrusu da budur.
Bir kıssadan hisseyle açıklarsam; Arap Şair Ebu Nuvas’ın bin şiir ezberleyip öyle ustasına gitmesi ve sonra ustasının ‘hadi bunları şimdi unut da gel’ demesini hatırlayalım. İşte buna benzer bir ilişki öğrencilerimle benim aramda gelişti ve beni en çok mutlu eden şey, bugün pek çoğu kendi biçemleri bulup serüvenlerine devam etmekte. Umarım bu gelişimlerinde benim de payım vardır.
“Mersinimize Sahip Çıkamadığımızı, İhanetimizi Anlatamaya Çalıştım”
– Mersin’de doğup büyüdünüz ve orada yaşamaya devam ediyorsunuz. Kendinizi bir Mersin aşığı olarak tanımlıyorsunuz. 1998’de “Mersin’in Eski Evleri” konulu bir dizi çalışma gerçekleştirmişsiniz. Neler anlattınız o tablolarda?
Mersinimize sahip çıkamadığımızı, ihanetimizi anlatamaya çalıştım. Dünyanın en güzel kentlerinden biridir Mersin. Betonlaştırarak ve plansız, hazırlıksız göçlerle de bugünkü Mersini yaratık maalesef. Yine de Mersin insani değerlerini kaybetmedi. Doğan Cüceloğlu, ‘bir insanın çocukluğu anavatanıdır’ der. Yanılmıyorsam buna benzer bir sözü İlhan Berk de etmişti. Ne kadar kapsayıcı bir söz. İnsan; kendisiyle, doğayla, yaşadığı kentle en saf ilişkiyi çocukluğunda kuruyor olsa gerek. Saf kavramını, arı, duru anlamında kullanmıyorum; hani saf sanat ya da saf şiir derler ya bir edimde bulunmak üzere kurulan ilişki ve sonuçlarından bahsediyorum. Hal böyle olunca bunun sanatıma yansıması elbette kaçınılmazdır. Bunu söylerken yapıtlarımda, işte burası çocukluğumdan taşınmıştır gibi bir işaretlemede bulunamam.
Ama bildiğim şey, Mersin, malum Akdeniz’in en müstesna bir kenti ve güzelliğiyle herkesi kendine meftun ediyor. Öyle olmasa da bu konuda objektif olamam beklenemez. Kaldı ki çocukluğumun Mersin’i, Rum’u, Yahudi’si ile bir insan cennetiydi ve hepimiz birbirimize komşuyduk. Böylesine sosyolojik zenginlik içinde insan evrensel kültüre daha açık bir yapı geliştirmez mi? Elbette geliştirir. Bugün dünyanın pek çok yerinde sergi açmış Ahmet Yeşil varsa, bu dilin oluşmasında çocukluğumun çokça etkileri, izleri bulunur. Bir düşünün, limonluklar, portakal bahçeleri, yemyeşil yaylarda kiraz ağaçları, mavi deniz, tekneler, şilepler, tekrarlayacak olursam hepsinden önemlisi dünyanın tüm insan renkleriyle sosyolojik bir zenginlik, daha ne olsun. Orhan Veli diyor ya, ‘böyle bir havada aşık oldum’
“İzleyici Soru Sormaya Başlamışsa İçselleştirme de Başlamıştır”
– Sanat elbette öznel bir kavram. Sanatı üreten ile tüketen arasında da anlamlı bir ilişki var. Sanatçı ve sanatsever bağını nasıl tanımlarsınız?
Sanatçı-sanatsever izleyici bağı, elbette sanatçının eserleri üzerinden kurulan ilişkidir. İzleyici eserle buluştuğu anda soru sormaya başlamışsa eserle iletişim kurarak içselleştirmeye başlamıştır. O andan itibaren sanatçıyla da bir bağ kurmaya başlar.
– Son organizasyonunuz “İzler” adlı serginizde de renk kullanımınız, izi görünür kılma çabanız melankolik bir huzurla izleyicisine geçiyor diyebiliriz. Tablolarınızda vurgulamak istediğiniz tema, vermek istediğiniz mesaj nedir?
Temayı izleyicinin eserle yüzleşmeye başladığı anda kurduğu, duyumsadığı, kendi dünyasında yaratığı imgeye bıraktım. Ben sadece yapıtın katmanları arasında yüzeye doğru yaratmaya çalıştığım derinliğin illüzyon etkisiyle izleyicinin duygu ve düşüncesini provoke ederek yüzleşmesini istedim.
“2024 Kırk Beşinci Sanat Yılım”
– Son dönem çalışmalarınızdan oluşan İzler başlıklı yeni kişisel serginizi de gezme fırsatı buldum. Gerçekten de çok etkileyiciydi, kutlarım. 14 Ocak 2024 tarihine kadar Brieflyart Galeri’de sanatseverlerin beğenisine sunulacak bu sergiden sonra sırada hangi sergi var?
2024 benim kırk beşinci sanat yılım. Aralık 2024’te İstanbul’da DG Art Project’te bir sergim olacak. Ocak ayında sanat danışmanım Ümmühan Kazanç hanım ve galeriyle oturup yurtiçi ve dışı sergi programını oluşturacağız. Birçok yeni teklifi değerlendireceğiz. Yeni konseptler ve yeni işlerle sizlerle buluşma umuduyla.
“Sanatın Sürdürülebilirliği Yaşamın Sürdürülebilirliğinin Anlamıdır”
– Ekosistemin git gide zarar gördüğü bir dünya düzeninde “sürdürülebilirlik ve iklim krizi” kavramlarının daha çok konuşulduğu bir dönemin içindeyiz. Bu kavrama bir de sanat tarafından bakalım. Sanatın sürdürülebilirliği sizce neyi ifade ediyor?
Sanatın sürdürülebilirliği yaşamın sürdürülebilirliğinin anlamıdır. Mağara duvarlarını resimleyen insan neden, yaşamın ve dünyanın anlamını vurgulamaya çalışmıştır? Bence yaşamlarının anlamını, dünyayı mükemmel hissetmek amaçları vardı. Andrey Tarkovski’nin dediği gibi Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır.
– Son olarak resme ilgisi olan, tutkuyla yaklaşan küçük ya da büyük herkese önerileriniz nelerdir? Kendilerini bulma ve yeteneklerini keşfetmeleri açısından onlara ne tavsiye edersiniz?
Sonuçta, yaratıcı özne açısından şunu söylenebilirim; gösterilmek istenilen değil görmek istediklerinizle yaşamı sorarak, sorgulayarak iradenizi boşluklarda egemen kılarak anlamlı, özgür ve özgün yaşayabilirsiniz.
Röportaj: Hülya Çayoğlu Kurtkal
Leave a reply